Empati yetersizliği son dönemlerin gündem maddesi… Herkes bu durumdan şikayetçi… Ve herkes bu konuda karşı tarafı suçluyor! Peki empati düzeyi ölçülebilir mi? Empati kurmayı neler, nasıl etkiliyor? İşte size empati takviyesi…

İşyerinde ve Sosyal Çevrede Empati Yoksunluğu – Empatinin Denklemi


Çoğu kapalı mekan olan “kurumsal ofislerde” D-Vitamini eksikliğinin nedeni basittir; gün ışığından yoksun kalmak. Peki empati eksikliğine bahanemiz nedir?
Pek çok insan işyerindeki olayları ya da durumları iş dışındaki çevresine anlattığı zaman, genelde çevresindekiler anlatılanları pek de bir can kulağı ile dinleme eğiliminde olmazlar. Çünkü anlatıcının yaşadığı koşullar ile dinleyicinin koşulları oldukça farklıdır. Bu yüzden anlatılan ortam, kişiler ve olaylar genellikle dinleyenin kafasında zor kurgulanır ve net resmedilemez.
Kurgulama eksik olunca da görüntüler bulanıklaşır ve aynı televizyon izlerken görüntüde kaymalar olunca kanal değiştirme refleksi gibi, dinleyici de kendi kafasında daha iyi kurgulayabildiği şeyleri düşünür. Mesela, anlatılan durumu kendi işyerindeki ya da sosyal çevresindeki olayları karşılaştırmak için dinler, durumu kendisine uyarlar. Ya da benzer şartlarda kendisinin ne yapabileceğini düşünmeye başlar, bazen de anımsadığı bambaşka olaylara gider. Dikkat edin, arada bir dinleyen gözler kısa kısa da olsa başka bir yöne dalar. İşte bu anlar genelde o anlar olur. Yani sizi duyar ama dinleme kısmı sona ermiştir. Anlatıcının beklediği şey olan kendisinin anlaşılması ve hissedilme durumu ise çok uzaktadır.
Çoğu kapalı mekan olan “kurumsal ofislerde” D-Vitamini eksikliğinin nedeni basittir; gün ışığından yoksun kalmak. Peki empati eksikliğine bahanemiz nedir?Kişi, kendi işyerinde bile bu durumla çok kez karşılaşır. Magazin (dedikodu) içerikli olayları tamamen bir kenarda tutarsak; dinleyenler, anlatılan durum ve olaylara karşı aslında kendileriyle olan ilişkisi kadar alakalıdırlar. Farklı birimlerde çalışanlar genelde dinlememek ayıp olacağı için dinlerler. “Kurumsal” ortamlardaki merhaba-merhaba, günaydın-günaydın şeklindeki ilişki düzeyinin sebeplerinden birisi de budur. Bu sınırlı seviye ise, bazen tam kopmamak ve ilerideki potnasiyel paydaşlık (ve dertleşme) hallerine hazır durumda olmak için alınan bir önlemdir. Bunun üzerine bir de “kurumsal gülümseme” eklenir. Diğer tarafın da aynı şekilde vereceği “kurumsal gülümseme” yanıtıyla, kişilerin kısa süren “zorunlu bazal iletişim seansı” geride kalır. Yüzler yine asık ve düşünceli haline geri döner.
Bu kurumsal rutinin dışında kalma ve iletişim düzeyini daha derin tutmaya çabalamaya ilişkin istisnaların dışında, kurumsal (ve aynı zamanda bireysel) hayat aynı hızla devam eder.“Kurumsal” ve “bireysel” kavramı tamamen iki ayrı şeyi tanımlamak için kullanılsa da, gündelik iş yaşamına gelince uyumlu ve ayrılmaz iki kafadardırlar. Adeta birisi olmayınca diğeri yarım kalır.
Herhangi bir işyerinde bir kişi olumsuz bir durum ya da olayla karşılaştığında -başına ilk toplaşmayı saymazsak- hızlıca yalnızlaş(tırıl)maya başlar. Ki bu ilk toplaşma, genelde merakları gidermek ve daha sonra konuşulacak magazin içeriğini belirlemek için yapılır. Ardından işe yarar bir bilgi de yoksa, kalan kısım posa niteliğinde görüldüğünden enkaz orada terkedilir. Birlikte “tag”lenmemek adına ortamdan uzaklaşılır.
Şimdi empatiyi daha iyi anlamak için, olaya bambaşka ve güncel olan bir açıdan bakalım. Böylece herkesin ortak gözlemlediği bir durumdan çıkan genel sonuçla belki bir yere varılabilir.

Fransa saldırısından sonra dünya genelinde verilen tepkileri ve dayanışmayı gördük. Ardından, aralarında Türkiyenin de olduğu başka ülkelerde de patlamalar oldu. Burada verilen tepki ve dayanışma düzeyini de gördük. Sonrasında Belçika saldırısı ile buna verilen tepki ve dayanışmayı da hep birlikte gözlemledik. Bunlar arasında herkesin kolaylıkla tespit ettiği, kimilerinin eleştirdiği ve kimilerinin de haklı bulduğu bir gerçek var ki; o da benzer olaylara, farklı seviyelerde ve benzer olmayan tepkilerin verildiği. Olaylar ne kadar doğuda olursa o kadar duyarsızlık varmış gibi bir resim ortaya çıktı. Pek çok kişi ise batılıları empati kuramamakla suçladı. Herkes farklı gerekçelerle bu duyarsızlığı sebeplendirdi. Sebepleri araştırmak artık o kadar da zor değil. The Guardian ve Independent gibi ana akım yabancı basında yer alan haberlerin altında yer alan okuyucu yorumlarına bakıldığında her şey apaçık ortada duruyor. Yine ülke içindeki olaylara baktığımızda da bazı insanların duyarlılık gösterdiği şeylere diğerleri en azından mesafeli duruyor ve az öncekine duyarlılık gösteren insanlar ise başka olaylarda bir anda havaya bakıp ıslık çalabiliyor.
Daha iyi anlamak için verilen bu örnekte, yabancı okuyucu yorumlarından ve bizdeki sosyal medya yorumlarından anlaşıldığı kadarıyla “akrabalık” empati seviyesini belirleyen etkenlerden birisi gibi görünüyor. Bu akrabalık; aile, mahalle, din, kültür, ideoloji, fikir veya şirketteki departman akrabalığı şeklinde okunursa tüm olaylarda benzer şekilde etki ettiği görülebilir.
Yine gerek çevremizdeki gündelik ya da yukarıdaki gibi dünya çapında haber olan olaylara verilen tepkilere bakılırsa; empati seviyesini etkileyen bir unsur da olaydaki “sarsıcılık”seviyesi. Bir olay, onu gözlemleyen kişide ne kadar sarsıntı yaratırsa empati yapma düzeyi o kadar yüksek gibi görünüyor. Tabi sarsıcılık, benzer olayların sıklaşması ile azalabiliyor (kanıksama).
Empati ile doğru orantı gösteren bir başka faktör ise olaya maruz kalan kişinin (yani mağdurun), gözlemleyen üzerinde ne kadar “rol model” olduğudur. Örneğin, yine Belçika saldırısı sonrasında “neden Ankara değil” sorusuna verilen yanıtların arasında; “çünkü Fransa ve Belçikada savunulacak, örnek alınacak pek çok değer var” diyenler vardı. Benzer şekilde, “neden Ankara değil” diye soran bizler, Afrika ya da başka bir yerdeki büyük trajediler karşısında haberimiz olsa bile tek kelime etmiyor ve işin doğrusu pek de umursamıyoruz. Çünkü rol model olarak alınan yer “batı” ve geleceğimizi de orada görüyoruz. Geleceğimizi görmediğimiz ya da örnek almadığımız diğer yerlerde ise ne olduğu çok da önemli değildir.
Empatide doğru orantılı değişkenlerden en soyutu ise “vicdan” ..Empati seviyesini yükselten ve bana en tuhaf gelen değişken ise; olayın “kendi başımıza gelme ihtimalidir”. Eğer yakın bir zamanda bizim de benzer olayı yaşayabileceğimiz ihtimali artarsa, durumu ve olayı kendi üzerimizde hayal edip canlandırabilme yeteneğimiz oldukça yükselir. Bu, bir bakıma olası benzer duruma karşı zihinsel bir hazırlıktır. Bu hazırlığı yaparken ve durumu canlandırma şeklinde de olsa yaşarken, maruz kalan kişi ya da nesneye ilişkin daha fazla empati kurmaya ve onu anlamaya başlarız. Ancak ihtimal düşükse duruma pek aldırmayız. Örneğin, maddi açıdan iyi bir refah sahip olan kimse, fakirlere üzülür ve onlara acır, ancak onların durumunu hayal etmeye veya hissetmeye pek meyletmez. Tuhaf olmasının sebebi ise; Afrika nehirlerinden karşıya geçmeye çalışan antilopların da aynı mantıkla hareket etmeleri. Kalabalık olmaları nedeniyle timsahın yalnızca bir antilop yakalayıp geri kalanlara dokunmayacağı oldukça yüksek bir ihtimaldir. Bu yüzden karşıya geçer geçmez hiçbir şey olmamış gibi beslenmeye ve neşeyle zıplamaya devam ederler. Belgesel anlatıcısına göre bu aynı zamanda bir hayatta kalma stratejisidir. Yani ihtimali düşürmek için kalabalıkla hareket etmek. Oysa insan, düşük ihtimale güvenen çaresiz antilop değildir ve kollektif bir şekilde pek çok duruma çözüm getirip başka stratejilerle de ihtimali eleyebilir. Mesela nehir üzerinde bir köprü inşa edebilir!
Empatide doğru orantılı değişkenlerden en soyutu ise “vicdan” olup, sonuç olarak empatiyi bir denklem şeklinde düşünürsek; ters orantıyla çalışan tek unsur ise olayla kişinin arasındaki“mesafedir”. Mesafe arttıkça genelde empati azalma eğilimi gösterir. Okuyucu yorumlarında yer alan “kapı komşusu ile yan apartmanda oturan bir kişiye aynı tepkiyi vermemenin doğal olduğu” sözleri bunu doğruluyor. Mesafe, fiziki olabileceği gibi duygusal ya da işlevsel de olabilir. İşimize uyarlarsak; çalıştığımız çok büyük bir şirketin küçük bir şubesinde 3 kişinin işten çıkarılması bizi pek etkilemeyecektir. Hatta sebebini dahi merak etmeyebiliriz. Ancak merkezde, bizim de yer aldığımız kendi küçük birimimizde 3 kişi işten çıkarıldığı zaman olayın etkisini belki bir kaç hafta atlatamayacak, o insanların işsiz kaldıkları zaman ne yapacağını düşünecek ve neler hissettiğini anlamaya çalışacağız. Bu açıdan bakıldığında dünyanın küçüldüğü, mesafelerin artık ortadan kalktığı, insanların birbiriyle çok daha etkin iletişim içinde oldukları pek çok açıdan doğru olsa da empati açısından yakınlaşma -en iyimser bakışla- daha geriden ve yavaş geliyormuş gibi bir sonuç çıkıyor.
Şimdi, çevremizde ve işyerimizde bizi anlamayan insanlardan şikayet ederken, bunun sebebini anlamak için kullanabileceğimiz derme çatma bir denklemimiz var diyebiliriz. Buna göre denklem:
Empati seviyesi = (Başına gelme ihtimali (x) Sarsıcılık (x) Akrabalık (x) Rol model katsayısı (x) Vicdan) / Mesafe şeklinde gösterilebilir.

Bu formüle, herkes için geçerli olan i) zamanın hızlı akışı ve ii) fiziki sosyal gruplara bağlılıktaki azalışı eklersek resim daha da netleşmiş olur. Örneğin, bir işyerinde ortalama çalışma süresinin 2-3 yıl olduğu durumda, ortak çıkar ve bağlılığın da azalmasıyla, kimsenin diğeriyle ilgilenmemesi artık normal bir durumdur. Ne de olsa herkes geçicidir! Yakın geçmişte, emekli olana kadar aynı işyerinde çalışanlar arasındaki ilişkinin çok daha sağlam bağlarla kurulmuş olması bu nedenledir. Kişi bu sayede işyerini ve de onu işyeri yapan tüm değerleri muhafaza etmek ister. Çünkü kişi, geminin içindedir. Uzun bir süre de içinde kalmayı düşünmektedir. Birlikte bir şeyler yapıldığı hissi daha fazladır. İşyerinin daha iyi bir yer olması, hepsinin uzun vadeli amaçlarına hizmet edecektir. Oysa,2-3 yıl sonra ayrılmak üzere gelen kişiye göre durum çoğunlukla; “benden sonrası tufan”dır.
İşletme bölümünde ilk günümdeki derste (mikro ekonomi), Hocamız bize kitapta yer alan bir sözü iyice anlamamızı tavsiye etmişti. Söz “business is not immoral but amoral”diyordu. Türkçesi ise “iş hayatı ahlaksız değildir, ancak ahlakla ilgili de değildir”. Yani, nazikçe duyguların ve değer yargılarının sıyrılmasını tavsiye ediyordu. Epey şaşırmıştım. Çünkü sözün ruhu; gerçekçi bir tespitten daha çok, rasyoneli de gözeten bir kılıf olduğu hissini uyandırmıştı. Kılıfın kumaşı ise ***et esnek gibiydi.
Günümüz iş ortamında olumsuz durumlar “hayatın ger(ç)eği” olarak adlandırılır ve üzerinde çok durulmaması tavsiye edilir. Sohbetlerde, sistemin bu şekilde olduğu anlatılır. Durumun etkilediği kişilere empati yapmak ve onları anlamaya çalışmanın ise nafile olduğu hatta olumsuz olabileceği mesajı örtülü bir şekilde verilir. Bu davranış modeli, aslında okulda ilk gün dersinde öğretilen sözün sahadaki yansımasından başka bir şey değildir.
Özetle trafikten, işyerine, sosyal çevremizden, toplumlar arasındaki ilişkilere kadar hepimizin şikayet ettiği empati yoksunluğu giderek artan bir hastalık gibidir. Ve yukarıdaki formülde yer alan değişkenler sayesinde şikayet ettiğimiz duyarsızlığın çok daha fazlasını başka bir konuda biz yapabiliyoruzdur. O yüzden bir insanı gözlemlerken; “bu gün böyleyken yarın nasıl şöyle davrandı” diye şok geçirebiliyoruz ve aynı şoku kendi davranışımızla biz de başkasına yaşatabiliyoruz.
İşin korkutan yanıysa; pek çok hastalığı da tetiklediğine inandığım bu hastalığın seviyesininden ziyade, farkındalığındaki düşüklük (ya da daha kötüsü umursamazlık)..
Mesela, depresyon ya da anksiyete nedeniyle psikolojik destek alan bu kadar çok insan varken, hiç “empati yoksunluğu yaşıyorum” deyip de destek isteyen birisine rastladınız mı? Bu üçü de, sağlıklı ve doğal bir ruh halinden sapma olmasına rağmen; ilk ikisi bireyin kendisine, empati yoksunluğu ise başkasına etki ettiği için genelde bir sorun olarak görülmez. Hatta bu eksikliğin başkasına olan etkisini anlamak da bir empati ve akıl yürütme gerektirir. Kişi ise zaten bundan yoksun olduğundan, durumun farkına bile varmaz. Bu yüzden de kimse kendisinin empati yoksunu olduğunu bilmez ve bu konuda kendini sorgulamaz.
Google’da üç terimin İngilizcesiyle arama yaptığımda çıkan sonuç sayıları:

Depresyon: 219 milyon

Anskiyete: 161 milyon ve

Empati: 32 milyon!!

Etrafınızdaki etki yaratan olaylara karşı, kendinizin ve insanların tepki(sizlik)lerine bir de bu açıdan bakabilir ve gözlemde bulunabilirsiniz. Olaydan olaya, kendinizin ve çevrenizdekilerin empati seviyesindeki değişim hakkında enteresan sonuçlara ulaşabilirsiniz.